hiçbir ÅŸey olmadığında
“Galileo, gövdesini yıkar ve silkelenir: Sütü masaya koy…”
​
Henri Lefebvre’nin “Gündelik Hayatın EleÅŸtirisi” kitabının önsözünde bahsettiÄŸi Brecht’in bilgi kahramanı Galileo üzerine yazdığı piyes bu “kahramanlıktan çıkarma” cümlesiyle baÅŸlar. Gündelik yaÅŸamı arındıran, kirlilikleri süzen, soylu ve görkemli sınırlar vererek temsil eden klasik tiyatronun aksine Brecht’in gündelik hayata nüfuz eden epik tiyatrosunun gündelik hayatı arındırmayan, çeliÅŸkilerini aydınlatan yanından bahseder. O zaman biz de önce “sütü masaya koyalım…”; kahramanlıkları, büyük ve olaÄŸanüstü olayları bir kenara bırakıp, ayaklarımızı topraÄŸa basalım ve gündelik hayatımızda aÅŸina olduklarımıza bakalım; sorgulamadıklarımızdan, bakıp da görmediklerimizden bahsedelim. George Perec’in “... hakikatimizi nafile yakalamaya uÄŸraÅŸtığımız nice soru arasında bütün bunları aynı derecede, hatta daha da önemli kılan da bu”dur dediklerini, “önemsiz ve deÄŸersiz” gibi görünen ÅŸeyleri anlatalım. Belki de o zaman anestezi halindeki bedenimizde bir temas duyumsarız. Kaldırım taÅŸlarının altındaki kumsalı görebilir, avuçlarımızın arasından akan suyu, yanağımıza deÄŸen rüzgarı hissedebiliriz.
​
Gündelik hayatın sıradanlıklarından, bakıp da göremediklerimizden bahsetmek ve yeniden sorular sormak üzere “Hiçbir Åžey Olmadığında” güncel sanat sergisi için sıradanın peÅŸinden koÅŸan, mucizeyi olaÄŸan-içinde arayan edebiyatçılar, yaÅŸamı kucaklayan düÅŸünürler, sanatı hayatla kaynaÅŸtıran avangardlardan ilham alarak on iki sanatçıyla bir araya geldik. İnsanın gündelik hayatından toplumsallığa uzanan çizgide özgürleÅŸtirici olana, “aÅŸina”ya sarıldık. Bazen hiç beklemediÄŸimiz anda karşılaÅŸtığımız bir nesneye, önünden geçip giderken fark etmediklerimize, bazen bir günümüze, gerçekleÅŸemeyen planlarımıza, gazetelerde yazılmayanlara, duymak istemediklerimize, bazen de yanı başımızdaki ÅŸeylere ve zamanın uçurumdayken sezgilerimizin bize hissettirdiklerine yakından bakmaya çalıştık.
​
Ali Kanal, ÅŸeylere verdiÄŸimiz deÄŸerin aslında onlara yüklediÄŸimiz anlamlar olduÄŸundan bahsederken, yıkıntılar arasında karşılaÅŸtığında kendisini ÅŸaşırtan bir nesneyi sergi mekanına taşıyarak, zamansız ve mekansız bu nesneyi yüceltiyor.
​
Aslıhan Güçlü, insanın ancak günlere, aylara, haftalara, yıllara bölerek fark ettiÄŸi zamanın, pandemi döneminde eve kapanarak geçirdiÄŸi süreye, süreninse bir sezgi alanına dönüÅŸtüÄŸünü anlattığı çalışmasında, bize içsel ve dolaysız yaÅŸamın içinden bir otoportre çiziyor.
AteÅŸ Alpar, susturulanların taşıdıklarına dikkat çekiyor, sıradanlaÅŸanı yeniden görünür kılmak istiyor; konuÅŸtuÄŸu halde sesini duymadıklarımızla göz göze getiriyor bizi.
​
Can Tanrıseven, önünden geçip fark etmediÄŸimiz apartman isimlerine dikkat çekiyor. Artık görmeye aÅŸina olduÄŸumuz, inÅŸaat firmalarının isimlerini altın harflerle yazdığı, reklam panolarına dönen apartmanların aksine maddeye karakter veren isimleri, belki de ÅŸehrin sevinçli ÅŸiirini gösteriyor bize.
​
Gilles Deleuze’un kavramlarla yaÅŸam arasındaki mesafeyi aÅŸan, varlığı statik kavramlar yerine dinamik kavramlarla ele alarak yaÅŸamı kucaklayan olumlayıcı yaklaşımı bir afiÅŸte karşımıza çıkıyor. Didem EriÅŸkin’in “Varlık, Süre, Fark” isimli görsel tasarımında kavramlar bazen birbirinin içine geçiyor, bazen ayrışıyor, sonsuzluÄŸa doÄŸru akıyor ama kuÅŸkusuz ki birlikte dans ediyorlar.
Ekin İdiman, metropol insanını sistemin kendisini her gün yeniden üreten bir mikroorganizmaya benzettiÄŸi üç boyutlu mekansal video haritalama yerleÅŸtirmesinde, çevresine, bedenine ve emeÄŸine yabancılaÅŸan insanın kentsel mekanını, temsili bir etkileÅŸim ağı olarak iÅŸliyor. Çalışmada kentsel mekan artık verili kodlarla hareket eden insanın sisteme hizmet eden tekdüze yaÅŸantısının bir tahayyülü, her gün yeniden ürettiÄŸimiz düzenin kendisi de çağımızın en büyük enfeksiyonudur: İllüzyon aslında hayatın kendisidir.
​
Kıvılcım S. Güngörün “Massa Tasarısı” çalışmasında, gündelik hayatımızın içindeki nesnelerle oynuyor. Kıvrımlı bir dal parçası, bir toka, yanan bir fener, yan yana dizilmiÅŸ taÅŸlar, yamuk bir çivi… BulunduÄŸu zamana ve mekana artık ait olmayan bu hafıza nesneleriyle bize zaman yolcusu bir çocuÄŸun rüyasını anlatıyor ve nesnelerin temsilleriyle boÅŸ bir parantez bırakıyor masaya. Belki o boÅŸluÄŸun da büyülü bir tonu vardır.
​
Hayatımızdaki tekdüzelik, fark edilmeyi bekleyen imgeler ile dolu. İmgeler biriktirilmeyi bekleyen sözcükler gibi; söylenen iÅŸitilmeyen sözcükler; bakılan ama görülmeyenler. Okan Pulat, gündelik hayatımızda sıradan oldukları kadar sıradanlıktan uzak olanları fotoÄŸraflıyor; imgeler birer sözcük olarak yankılanıyor zihnimizde.
​
“AÅŸina olunan bilinmez.” diyordu Hegel. Bizim için tanıdık olan, bize yakın olan her ÅŸey aslında bir anlamda bizim için birer yabancıdır. Selin YaÄŸmur Sönmez’in kolajları, yaratıcı ve özgürleÅŸtirici olanın aÅŸina olanda yattığı fikrinden hareketle yanı başımızda duran sıradan nesnelere yeniden bakmayı öneriyor.
​
Sezgi Abalı, var oluÅŸ ve yok oluÅŸ arasında gidip gelen insanın, boÅŸluÄŸu duyumsamaya baÅŸladığında özgürleÅŸen varlığını bir rüzgar sesi eÅŸliÄŸinde anlatıyor. Kendimizle baÅŸka tür bir karşılaÅŸmanın temsiline ise bir kutunun içinde rastlıyoruz. Her an dokunabileceÄŸimiz kadar bizden olanın, hiçbir ÅŸey ya da hiç kimseye dönüÅŸmeden önceki nafile çabası bu belki de.
​
Zekiye BuÄŸurcu “Günce” isimli çalışmasında herhangi birinin güncesinden bir sayfa paylaşıyor. Deniz kenarında izlediÄŸi akasya aÄŸacını, balkonda kahve içerken hissettiÄŸi rüzgarı, rüyasında gördüÄŸü mavi mor enginar tarlasını, starlice çiçeÄŸini anlatıyor o sayfada. Ve bir rüya betimliyor kömürle çizdiÄŸi güncesinde; hiç kimsenin rüyasını...
​
YaÅŸanamayanların sancısını çekebilir miyiz? Planlarımız altüst olunca ne hissederiz? Zeynep Merve Çiçek “Olmayan Günlük” çalışmasında pandemi döneminde gerçekleÅŸemeyen planların kendi üzerindeki etkilerini aktarırken, “GeçmiÅŸe müdahale edilebilir mi?” çalışmasında bizden; gündelik hayatın içindeki sıradan insandan, gazetelerde yer alan ama hemen unutabildiÄŸimiz yakın geçmiÅŸten bahsediyor: “… biri acıktı, biri doydu, biri adaleti bulamadı, biri üretti, biri tüketti, biri kalktı, biri parladı sonra biri gördü, biri hiç görmedi…”
​
Sütü masaya bırakıyoruz.
​
​
Günseli Baki, Yücel Tunca
Sarı Denizaltı Sanat İnisiyatifi
gündelik hayatın sanatı